6 Mart 2023 Pazartesi

Yalanın kurumsallaşması, Evrensel


Mehmet Türkay

Bir toplumu yalanla yönetmenin bir sınırı vardır, ancak bu bir güç meselesidir.  Mark Twain'in vurgusuyla, "İnsanları kandırmak, kandırılmış olduklarına ikna etmekten daha kolaydır" der.  Güçlüysen başarırsın. Güç azaldıkça yalan daha fazla devreye girer ancak güç zayıflasa da hâlâ kontroldedir. Bu durumda yapacağı kendi iktidarını korumak adına mevcut gücü seferber etmektir. Bugünkü iktidarın yaptığı budur.

Deprem öncesinde güç kaybından doğan agresiflik, yaşanan depremle beraber yeni mecralara sıçradı ve devam ediyor. Görünen o ki, artarak da devam edecek. Çünkü genel olarak muhalefetin yapamadığını ya da yapsa da topluma duyuramadığını deprem yaptı. Toplum nezdinde bu tür dönemlerde en güvenilir olması gereken AFAD, Kızılay gibi kurumların nasıl bir rant tezgahına dönüştürüldüğü görünür hale geldi. Bunların ötesinde AKP ve MHP' liderlerinin depremin ilk günlerinde takındıkları tavır bir duyarsızlığa işaret ederken sonrasında güçsüzlüğün tetiklediği agresifliğe dönüştü. Çünkü otoriter yapılar, toplumla bir tür temas halinde değil, topluma yukarıdan bakarak yönetirler. Güçsüzlüğün tetiklediği agresyon kendi taraftarlarına da yönelmektedir. Çünkü, taraftarlarından gelen, bilgileri dışındaki herhangi bir talep ya da herhangi bir itiraz güçsüzleştiklerini görünür kılmaktadır. Bu tür otoriterliğin içinde bulunduğu duruma göre popülist girişimlerde yer alacaktır. Türkiye için örnekleri saymaya gerek yok. Ancak popülizmin faşizmi besleyen bir pratik olduğunun da akılda tutulması gerek.

Geleneksel muhafazakârlığın İslami referanslarla yeniden biçimlendirildiği bir kurucu ideoloji AKP'nin iktidar sürecini yönlendirdi. Kapitalizmin liberal iktisadi kuralsızlığının muhafazakâr siyasi kuralsızlıkla tamamlandığı ve dolayısıyla keyfiliğin ve kurumsal yolsuzluklarla yaşanan bir süreç içindeyiz. Türkiye, liberal ve muhafazakâr şiddetin "yeni' formlarla birleştirildiği bir otoriterleşmenin yüzünü faşizme en yakın biçimde döndürülmüş hali ile karşı karşıya kaldı. Güçsüzlüğün gücü hem kullanana hem muhatabına sefalet getirir ki burada muhatap toplum. Bu gün yaşanan budur. İktidar siyasi bir sefalet içine düşerken, toplum maddi, yaşamsal bir sefalet içine düşürülmüştür. Muhalefetin sefaleti ayrı bir konu.

Burada akılda tutulması gereken mesele, tüm bunlar yaşanırken iktidarın bu toplumda hala bir karşılığının bulunmasıdır ki bu da toplumun bir kısmının otoratizmi içselleştirmiş, ikna olmuş olmasıdır. Bu durum 1980 darbesinden bu yana yaşananların AKP iktidarı ile taçlandırılması göz önüne alındığında, aslında AKP'nin güçsüzleştiği bu dönemde yaşanan depremi AKP, bir tür can suyu olarak kullanmaya çalışıyor. Yine yapmadıklarını yapmış gibi göstermek, başkalarının yaptıklarına sahip çıkmak gibi yöntemlerle popülist politikasını güçlendirmeye çalışıyor. Bu durum elbette güçsüzleşmenin ifadesidir ancak aynı zamanda daha önce vurgulandığı gibi her türden şiddettin de kullanılacağına dair işaretler de barındırmaktadır.

Aktif muhalefetin susturulmasına, denetlenmesine dair pratikler ortada. Ancak toplumsal muhalefet anlaşıldığı kadarıyla seçimi bekliyor. Yaşanacak süreçte neler yaşanacak bilmiyoruz. Ancak "Osmanlı'da oyun çok" lafını da hatırlamak gerekiyor. İktidar güçsüzleşmiş ama en hırçın zamanı. Deneyecekler.

Meral Akşaner meselesinde ne olduğu henüz tam olarak açık değil. Ancak Akşener'in bir günde tutum değiştirmesi, masadan rahatsızlığı, derin devlet ve derin sermayenin yönlendirmesi olarak düşünüldüğünde yerli yerine oturacaktır. İYİ Partinin ayrılması ittifakın hareket alanını genişletecektir. Kemal Kılıçtaroğlu'nun bir taraftan beşli çete nezdinde AKP'nin yarattığı sermayeye karşı aldığı tavır, diğer taraftan HDP ve Sosyalist Partilerle temasa geçmesi desteklenmesi gereken bir yönelimdir ki öyle olduğu da görülüyor. Bir kırılma yaşanıyor. Buradan çıkmanın bütün yolları denenmelidir.

Aksi taktirde aşağıdaki alıntıya konu oluruz.

"Babanın oğula söylediği, tutuklanmamak için söylediği şeydir; Papaz İncilini tutuklanmadan söyleyeceğii cümleler bulmak için karıştırıyor, Öğretmen, Büyük Karl'ın herhangi bir tedbiri için, tutuklanmadan öğretebileceği bir neden arıyor. Ölüm belgesini imzalayan doktor, tutuklanmasını doğurmayacak bir ölüm nedeni seçiyor. Şair, tutuklanmasını engelleyecek bir beyit bulmak için kafa patlatıyor. Ve köylü tutuklanmaktan kaçınmak adına, domuzuna yem vermemeyi kararlaştırıyor." (Bertolt Brecht Faşizim Üzerine Yazılar, 2. Basım, S.13, 1979, İstanbul s.84)

Yukarıdaki alıntıda da vurgulandığı gibi kuşku, toplumsal aklı sarmıştır ve yönlendirilmeye çok müsaittir. Böyle bir ortamda siyaset, güçlülerin yönlendirdiği bir iktidar faaliyeti üzerinden okunduğunda gerçek anlamına kavuşur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder